BIR GUN HERKES 15 DAKIKALIGINA BURAYA MOTTO YAZACAK /JUNE 2010

"fenomensin lan sen!"

27 Şubat 2010 Cumartesi

fasülyeden aşklar

[ the soul kitchen iftiharla takdim eder.. blog aleminin efsunlu masalcısı eliza'dan kısacık ama nasıl da parıltılı bir aşkk öyküsü.. yanında fasülye ile servis etti blogumuza soul kitchen'da fırından taze çıktıı.. elizam teveccüh ettin binbir teşekkürler sana.. evet uzatmadan "eliza'yı mutfakta yakaladık" diyor ve kaçıyoreee.. buyrun ]

Kadın o gün işten erken çıktı. Yolda süpermarkete uğradı, yağsız süt, müsli, taze meyve, diyet kola, kepek ekmeği, peynir, yoğurt ve salata malzemesinden mütevellit basit ve klasik, formuna dikkat eden genç kadın alışverişinin dışında, farklı sebzeler, tavuk budu ve pirinç de aldı. İstanbul trafiğinde boğuşurken dahi sinirlenmeden, yağmur damlalarından bile keyif alarak evine geldi.

Ellerini yıkayıp alıp üstüne bir eşofman geçirdi, uzun saçlarını tepede topladı. Albüm seçmekle uğraşamadı, akvaryum görüntülü Digiturk kanallarından soul ve smooth jazz çalan birine rastgele basıverdi. Bir kadeh kırmızı şarap koydu kendine dünden kalan şişeden, bir sigara yaktı, salondaki Josephine koltukta bacaklarını uzatıp gözlerini kapattı.
Evinin dinginliğinde yarım saatte dinlenmiş, yenilenmiş, keyfi iyice yerine gelmişti. Akşam iş çıkışı ona geleceğini söyleyen sevgilisi için genelde geçiştirdikleri gibi peynir-şarap-baget ekmek-füme etle yetinmemeye, güzel bir yemek hazırlamaya karar vermişti. Öyle beylik erkek dünyası öğretilerinden değil, kendisinden ve tanıdığı gustosu kuvvetli herkesten bilirdi ki, sadece erkeğin değil, tüm insanların kalbine giden yolun bazı dönemeçleri midesinden geçerdi, ve herkes kendisi için emekle hazırlanmış bir sofradan mutluluk duyardı.
Ufak tefek tadımlıklar dışında ilk kez onun için yemek pişirecekti, önünde birkaç saat vardı, hafiften heyecanlandı. Sigarası bitince yerinden kalktı, Aretha Franklin çalmakta olan kanalın sesini biraz daha açtı, şarabını da alıp mutfağa geçti.

Annesinden öğrendiği tüm zeytinyağlıları güzel yapardı, öyle düdüklü filan kullananları da anlamaz, basit püf noktalarla sebzeleri nasıl tadı kaçmadan Girit usulü pişireceğini bilirdi. Taze barbunya mevsimi olsa barbunya yapacaktı, konserve kullanmak istemedi, taze fasülye yapmaya karar verdi. Yeşil fasülyeleri ayıklayıp doğradı, yıkayıp süzülmeye bıraktı. Bir büyük baş soğanı ince ince kıydı, 2 kaşık zeytinyağıyla kısık ateşte pembeleşene dek kavurdu. Üzerine 1 kutu doğranmış domates ekledi, fokurdadıktan sonra üstüne süzülmüş fasülyeleri ekleyip 3-5 dakika çevirdi. Sonra fasülyelerin üzerini kapatacak kadar kaynar su, 1 tatlı kaşığı tuz, 2 kesme şeker ekledi, tencerenin kapağını kapadı, ateşi biraz kısıp kaynamaya bıraktı. En fazla 1 saate pişer, borcam’a alıp önce dışarıda sonra buzdolabında soğutmak için de vakit bırakırdı. Güzel olacaktı, yine midesi kelebeklendi, şarabından bir yudum aldı, gülümsedi.

Aşık oluyorum bu adama iyice diye düşündü. Onca med-cezirin, ne istediğini ya bilmeyen, ya da değişik aralıklarla istediği şeyleri değiştiren, durduk yerde ortaya pek bayat pek klişe yokoluş bahaneleri atıveren duyarsız adamdan sonra, olabildiğince temkinli adımlarla, ağırdan alarak girmişti bu ilişkiye. Adamla ortak bir arkadaşlarının ev partisinde birkaç ay önce tanışmış, sohbetinden, gülünce gözlerinin yanında hafifçe çıkan kaz ayaklarından, geniş gülüşünden ve sıcak ilgisinden hoşlanmıştı. Birkaç kere yemeğe gitmiş, yakınlarda pek moda ege kasabalarından birine ufak bir haftasonu kaçamağı yapmış, haftanın birkaç akşamını birbirlerinin evinde geçirmeye başlamış ve bazen etraf gezmeleri, bazen ev yayılmalarıyla birbirlerinin varlığından hoşnut olduklarını görmüşlerdi. Sohbetleri derinlikli, zevkleri ortak, sevişmeleri ateşli, uzak kalmaları özlem doluydu. Güzel gidiyordu her şey...umutlu gidiyordu.

Daldığı yerde gözüne bir an tezgahın üzerinde duran tavuk butları çarptı. “Mutfağın efsunu ne garip şey, bak yine hayallere daldım” diye kendi kendine güldü kadın. “Hadi bakalım liseli aşık küçük kııız, işe devam, yeni yetme kuzular gibi dalıp durma” diye dalga geçti kendiyle. Kendiyle dalga geçebilen güvenli insanlardandı. Bu huyunu severdi. Güldü yeniden, işe koyuldu.

1 su bardağı baldo pirinç ayırdı, ılık su ve 1 çay kaşığı tuzla ıslattı. Zeytinyağı delisi Egeli bir ailenin kızıydı, kek pilav börekte bile margarin, hele de tereyağı kullanmazdı. Bunu bilmeyenler pilavını yiyince pek beğenir, ama yemeden önce duyanlar tereyağsız pilav mı olur diye burun kıvırırdı. Önyargı tatma duyusunu bile etkiliyor, ne garip diye düşündü bu defa da. Fasülyeyi şöyle bir karıştırdı, büyükçe bir kapta tavuk için sos hazırlamaya başladı.

3-4 kaşık yoğurt, 2-3 kaşık domates püresi, minik doğranmış 2 diş sarımsak, 1 avuç top karabiber, 1 tatlı kaşığı tuzu karıştırdı. Tavuk butlarını bu karışıma iyice bulayarak, bir seramik kabın içinde açtığı fırın torbasına koydu, birkaç tane de küçük patatesi aynı karışıma bulayarak torbaya ekledi. Torbanın ağzını sıkıca kapatıp, üzerinde çatalla küçük hava delikleri açtı. Önceden ısıttığı, 180 derece fırında 1-1.5 saatte karışımı içine çeke çeke yumuşacık pişecek, daha sonra fırın torbası bıçakla yırtılıp tavuk ve patatesler sıcacık servis edilecekti. Bu lezzetli ve kolay yemeği severdi.

Fasülyenin altını kapattı, ocakta soğumaya bıraktı. Islatmış olduğu pirinçleri ince süzgeçte yıkadı. 1.5 su bardağı ve 2 parmak da kaynama payı ölçüsünde su, 2 kaşık zeytinyağı ve 1 tatlı kaşığı tuzu yayvan pilav tenceresine koydu. Su fokurdayınca süzülmüş pirinci ilave etti, 2 dakika yüksek ateşte fokurdatıp, tencerenin kapağını kapattı, ateşi kıstı. Su çekilip pilavın üstü göz göz olmaya başlayınca ateşi kapattı, kapağı hiç açmadan demlenmek üzere bıraktı. Böyle demlendikten sonra tam servis etmeden önce tahta kaşıkla pilavı alt üst çevirecek, böylece ne lapa ne sert, tam kararında tane tane ayrılmış pilav da sofrada yerini alacaktı. İyi gidiyordu her şey çok şükür, tıkırında gidiyordu. Aşkımız gibiii diye taşkınlık yaptı, kıkırdadı.
Abartısız ama zarif bir sofra kurdu. Yol üstündeki çingenelerden aldığı, dünyada her çiçekten fazla sevdiği nergisler buram buram yaymıştı mayhoş kokularını salona, onları da beyaz örtülü sofraya yerleştirdi. Bembeyaz ince porselen tabaklar ve saydam camdan büyücek şarap kadehleri severdi, yemeğin ve şarabın rengine karışmasın, duruluğun güzelliğini yansıtsın diye...

Sofrayı hemen bitirip mutfağa döndü, ılınmış fasülyeyi cam kaba alıp dolaba attı. Tavuk fırında usul usul pişiyor, fasülyeler soğuyor, pilav demleniyordu, rahatça içeri gitti. Hızlıca duş aldı, dalgalı saçlarını kuruttu, hafif bir makyaj yaptı. Her taze aşık kadın gibi 150 elbise değiştirdi, birini fazla dar, birini çok bol, birini fazla dekolte, birini fazla rahibe, birini ev için abartılı, birini fazla mor, birini çok kırmızı, öbürünü simsiyah bulduktan sonra da, her ilk fikrine güvenmesi gereken ve bunu nedense asla öğrenemeyen heyecanlı kadın gibi, ilk seçtiği elbiseye geri döndü. Ayağına evde takır tukur topuk sesi çıkartmayacak, ama mazallah terlik hantallığında da görünmeyecek, zarif babetler geçirdi. Aynadaki yansımasını beğendi, yine gülümsedi.

Mutfağa geçip fırını kapattı ki kapı çaldı. Adam geldi, minicik öpüştüler. Yorgun görünüyorsun dedi kadın, yorgunum ve çok açım canım dedi adam. Harika, çünkü bugün aşçı damarım kabardı diye kırıttı kadın, hınzır ve çapkın gülümsedi adam. Sofraya oturdular. Yemekler gerçekten çok lezzetliydi, adam da pek memnun duruyordu halinden. Şükür ki minik mutfak perisi bugün beni yarı yolda bırakmadı diye düşündü kadın. Yazık yormuşum kızcağızı, ama yemekler de nefisti diye düşündü adam. “Ellerine sağlık, çok güzeldi” dedi adam. “Afiyet olsun, daha neler neler yaparım” diye gülümsedi kadın.
Beklentiyle doldu kadın, adama çaktırmadı. İnceden bir panik duygusu hissetti adam, kadına göstermedi.
Şarap, sohbet ve akşam demlenip koyuldu. Önce usulca öpüşmeye, sonra tutkuyla sevişmeye başladılar...

Doygun ve mutlu adama baktı kadın; “Kalacaksın değil mi?”.
Rahatsız ve yorgun kadına döndü adam; “Kalmayayım. Sabah erken toplantım var karşıda. Kendi evimden daha rahat giderim.”
- “Ama bunca keyifli bir geceden sonra birlikte kalsaydık keşke”.
- “Başka zaman kalırız. Verilmiş bir söz yoktu ki sonuçta”.
- “Söz mü vermeliyiz canım bunun için? Teklifsizce bir arada olacağımız derinliğe ulaşmadık mı ki?”
- “Sızlanma ne olur...Güzel gidiyor her şey, eğleniyoruz birlikte ama, kalmak zorundaymışım gibi hissetmeye hazır diilim ben. Hızlı ilerledik galiba, oysa henüz bağlanmaktan korkuyorum...”

Yoğun ve tanıdık bir hayal kırıklığının ince sızısını duydu kadın. Üzüldü, kızdı, kırıldı. Ama bu defa şaşırmadı.
“Ne diyorsun allahaşkına, ne hızı ne bağlaması, bana sordun mu bakalım bağlanmak istiyor muyum, ne kadar öğrenilmiş, aptalca klişeler bunlar?!” diyemedi.
“30unu geçmiş iki düzgün insanız, birlikte geçen güzel zamanlardan bir kurgu yaratıyoruz, kimsenin koşa koşa bir talepte bulunduğu da yok, ilişkinin evrilmesinden doğal ne olabilir be adam! Hem madem bunları geveleyecektin, ne diye yordun, heyecanlandırdın, seviştin benimle daha 1 saat önce? Biz mi bunca tepemize çıkarttık, siz mi sosyopatlaştınız anlamıyorum ki” de diyemedi.
“Sen bilirsin. O zaman görüşmeyelim bundan sonra. İyi bak kendine” diyebildi kuyruğu dik tutarak ve bezgin. Gülümsedi hafiften.Bakmadı adamın gözlerine.

Adam çıkar çıkmaz gözünden yaş boşaldı, nergislerin kokusuna karıştı.
En yakın iki dostunu aradı, akşamın o saatinde nereden buldularsa birkaç dilim cheesecake’li destek kuvveti, koşa koşa geldiler. Sanki son yıllarda farklı aralıklarla aynı şeyleri konuştuklarının farkında değilmiş gibi, heyecanlı heyecanlı, büyük büyük, alevli alevli konuştular. Sanki her seferinde birbirlerine aynı teselli sözcüklerini söyleyip, zamana bel bağlamıyorlarmış gibi, kadına yine iyi geldiler. Bir dahaki yangında kullanılmak üzere merhemlerini de alıp gittiler. Biraz passiflora içti, uykuya daldı kadın.

Birkaç gün sonra kendine geldi, işe güce, gezmeye, yeni olanaklara, hayata karıştı.
Bir bahar sabahı uyandı. O sevimsiz akşamdan sonra bir süre canının istemediği zeytinyağlı fasülyeyi adamın kendisinden çok daha fazla özlediğini fark etti. Arkadaşlarını arayıp DVD karşısında yemeğe davet etti, markete gitti...

8 yorum:

dereotundannefretederim dedi ki...

parıltılı derken elizacım, senin kalemindeki klavyendeki parıltıdan bahsediyorum.. bir gün yazar olursan bu öykünün telifini felan vermem şimdiden söyliyim :)))

altın olan her şey parlamaz dedi ki...

elizacım,
kaç tane yemek tarifi ve bir öyküyü ne güzel harmanlamışsın. kurguya ve kullandığın dile hayran kaldım. zaten yazdıklarını gerçekten beğeniyorum. ve enerjine gıpta ediyorum. hop orda yazıyorsun hop burda, hop öbür tarafta. hızına yorum yazmak için bile yetişemiyorum inan.
parıltın hiç sönmesin.

jewel dedi ki...

harika..
ben ilk kez bir "eliza yazısı" okudum bu arada. başlangıç için fazlasıyla lezizmiş :) afiyet oldu vallahi..

Eliza Doolittle dedi ki...

Donecim;

Ayıpsın, aramızda telif melif lafı mı olur, dükkan senin, hem bende cümle bol, hele sevdiğim bi dost sipariş verince, vurdum klavyeye vurdum klavyeye :)


Goldie;

Çok teşekkür ederim :) Blog dışı hayatta da hop hop altın top kıvamımız daim olsun cümleten!


Jewel;

Eliza yazıları her zaman bekler :) Memnun oldum tanıştığımıza, bal şeker olsun..

Adsız dedi ki...

sevdim yazını.
tebrik ederim.

UykusuZ dedi ki...

copy paste etmeyi unuttum, yorumumu bloguna bıraktım cicim

UykusuZ dedi ki...

Anca bugün açabildim Doolittle.
Alison Moyet "the man in the wings" eşliğinde okudum.(tavsiye edilir)
Bi sürü blog takip ediyorum, bazılarını şahsen tanıyorum, bazılarını hiç görmedim ama gerek yok onları da tanıyorum.
Anlamıyorum insanların ilişkilerini, yukarıdaki yazıya benzer bir sürü gerçek okuyorum bloglarda.
Nedir soruyorum kendime, doymamışlık mı, tatminsizlik mi, nedir yahu derdiniz?
Bir ilişki başlıyor , 3 gün sonra bitiyor, hop 3 gün sonra başka birine aşık olunuyor, ulen biz ne mazbutmuşuz dicem Cem Yılmaza özenip.
Ne şanslı olduklarının farkında değil insanlar, acaba kapitalizmin tüm çarklarının son hızla işlediği ülkemde tüketmenin dayanılmaz hazzı ilişkilere de mi sirayet etmiş?
anlamıyorum, bana çok yabancı, çok duygusuz, yada benim modelim eskimiş,
yazı herzamanki gibi, kısık ateşte pişmiş taze fasülye tadında ;)

Eliza Doolittle dedi ki...

Creep;

Tesekkurler :)


Deci;

Blogdan cevapladim ben de cícim